Zindandaki pencere
“Bir yaradır daima yüreğimin bir kenarında, çok çırpındım ama bir türlü “Ben’i” yenemedim dediğin zamanlar oldu ise, in artık yüreğinin kapalı kalmış karanlık zindanlarına, aç pencereleri pencere denirse ona, nefes alsın dört bir taraf, kır kapılarını, sal gitsin artık içinde tutsak ettiklerini; hep birlikte özgürlük şarkıları söyleyerek yürüsünler güneşe doğru, mümkünse sen de, onlarla yürü, içinden gelmese de, eşlik ederek şarkılara! Bırak artık bunca yıl, gün yüzü görmeden o zindanlarda “gardiyan” gibi yaşamaktan; şöyle güneşli bir günde ahmak ıslatan yağmurlu havada kırlara doğru yüreğinden aklına doğru aheste aheste yürüyüşe çıkarken, sakın ıslanmaktan korkma; o yağmurlar üzerine sinmiş “islerini” temizleyecek. Bulutlar gözyaşları ile yıkadığı arınmış ruhunla gökkuşağını seyret göreceksin yedi rengin her biri seni içten kucakladığını, uzak durma çekinme; sende sarıl ve yürekten sarıldıkça adeta iliklerine kadar narkoz almış gibi huzura ermiş beden ile kuş misali bulutlara uçacaksın, bu halet-i ruhiye ile, bir mimar edası ile içinde şelaleler akan odaları ayrı ayrı renklere boya içinde cıvıl cıvıl kuşlar ötsün kır bahçesi gibi, çağır bütün renkleri huzur veren yüreğine, tıpkı derviş dergahı gibi, her renk huzur bulduğu odaya taşınsın sende mutfağın kuytu bir köşesine bir sedir yaptır yuvan olsun, aziz misafirlere şeker şerbet belki çay kahve ikram eyle, ebeden huzur bulan yürekler, huzur bulduğu yüreklere muhabbet götürsün, o muhabbet dünya da, insanlığa senden bir armağan olsun…!!!