“Ser-hoşum” uykum yok,
bir avare geziyorum,
Diyar-ı Bekir de;
Dağ kapı, Saray kapı, Yeni kapı
derken Mardin kapı ve Yedi kardeşler,
Keçi burcu Ben’u Sen, Evsel Bahçeleri;
ve sabahın kızıl tan seher vakti,
güneşi doğarken seyretmek ne güzeldir;
Kırklar dağında,
Bedenime temas ile mest eden sabah yeli,
Ruhumu okşayan serinliği,
ve ardından kızıl kızıl parlayan Şawkı ile aydınlanırken gün;
iliklerime kadar ısıtan güneş,
Evet bu halet’i ruhiye içinde maziye göçmüş karmakarışık duygular ile
Seyr’u temaşa ederim haram suyu,
Bedenime Can olmuş yarınlarıma umut, acıların tanığı,
özgürlüğün meşalesi,
kıvrım kıvrım akan Raks’ın muhteşem perisi gibi,
Dicle’yi, on gözlü köprüyü görüyorum,
ve huşu içinde seyrediyorum,
Beş bin yıllara tanıklık eden şehri Amed’i;
düşlüyorum.
Hülasa, her şeye rağmen yorgun olsa da, BEDEN;
hala azameti/heybeti ile dimdik ayakta ve “hayatta” olmak, ne güzel diyorum.
Taşı kara, toprağı kara, bahtı kara olsa da,
Güneşin doğduğu yer olmak; her daim geleceğe umut ve ışık olmanın onur/gururunu taşıyan, tarihe armağan; medeniyetler diyarı kadim kent,
Ezelden ebede Şehri Amed olmak.
Ülkemin hatta Dünyanın dört bir yanına “savrulmuş” var olanın olduğu gibi devam etmesine razı olmayanların, kilidin kaybolan anahtarını bulmaya koşanlara selam olsun…!!!