“Yaşadığımız coğrafyada feodal egemen ağırlıklı bir yapı içinde ezile gelen neslin belki son örnekleriyiz. Dünya ölçeğinde değişen gelişen bireysel, sınıfsal ve toplumsal yenilikleri kimileri çok benimsediği halde arzuladığı gibi günlük yaşamına yansıtmada yeteri kadar “cesur” davranamadığına inananlardanım. Cesaret dediysem çoğunlukla korkulardan ziyade endişelerden bahsediyorum. Çünkü yenilik mevcuda karşı itiraz görülmesi nedeniyle, sosyal izilasyon daha ileri boyutta kimi zaman tecrit gibi yaptırım dahi söz konusu olabilme endişesidir. Çoğu kimseler bu gibi yapılarda örülü duvarın ötesine geçmenin “taşlanmak”  için yeterli sebep olduğunu bilecek kadar sosyolojik tutuculuğun farkında olmalarıdır. Daha birçok sayılabilecek sebep sıralamak mümkün olsa da,  direne gelen sayısı azımsanmayanlara haksızlık yapmadan, yeteri çoğunluğun yutkunmayı tercih ettiğini de, söylemek mümkündür. Gelenekçi yapılarda bir miktar tutuculuğun gölgesine de, rastlamak mümkündür. Dolaysıyla tarihsel derinliği olan bu ve benzeri yapılarda yenilikçi talepler tıpkı su değirmeninde öğütülen tahıl misali, olabilecek sonuçları görmek mümkündür. Bütün bu sayılan zorluklara “uyum” içinde aklen kalmak istemese de, mış gibi yaparak dolaysıyla malzeme olmaktan kaçamadığı gerçeğidir. Sebepler ne olsa olsun bahse konu kesimlerin de, birileri ne der diye çekincesi yaşadığı için kararlı ve uzun soluklu ilkesel bir tutum duruş sergilemediğidir. Hâlbuki varsa söylemediğimiz söyleyemediğimiz söyletilmeyenlerimizi (Hak ve Hakikat Onur ve Erdem) bir şekilde söyleme yolları “cesareti”  bulmakla yenilenmek mümkündür. Arkasında durabilecek savunabilecek doğruları Bila tasarruf hakaret ve saygı sınırını aşmadan söylenebildiği kararlı tutum duruş sergilendiği takdirde “ben” olmayı başarmak ve yenilenmek mümkündür. Bilinmelidir ki; her zaman arz edilen (her şey) herkesin talebi değildir. Alıcısınadır. Her “malın” da, alıcısı vardır. Ama her müşteri de, alıcı değildir.”