“Fırtına sonrası sessizliklerde genellikle dağılan, kırılan, dökülen ne varsa toparlamak normalleşmek için, ara bir soluklanma ve nelerin yapılması için, düşünme ve Akl etme sürecidir. Fakat sessizlik sonrası bir fırtına bekleyişi olduğu zamanlarda nelerin yaşanacağı/yapılacağı konusu genellikle muammadır. Çünkü nasıl bir felaket yaşanacağına dair çok bilinmeyen vardır. Bu kadar çok bilinmezin yaşandığı zamanlarda doğal olarak toplum yaşanacaklar karşında kurumların hangi tedbirler aldığı hakkında inandırıcı olduğu/olamadığı oranda beklenti içine girer. Toplumsal güven sağlanamadığı durumlarda tedirgin ve panik içindeki halk(lar) amatör bir planlama ile hangi hallerde kimlerin neleri, nasıl ve hangi zaman diliminde yapılacağı hazırlığı olmamasının getirdiği bir yığın bilinmez karşısında şaşkındır. Doğal olarak birey veya kümeler halinde kendi dinamikleri ile yaşanabilecek olumsuzluklar hakkında bireysel tedbirler geliştirirler. Elbette toplumu oluşturan kimi bireylerin alacağı amatör ve ferdi tedbirler çoğu zaman (ekonomik, sosyal, kültürel, vb.) farklı sebeplerden kaynaklı kaygılar yaratsa da, kâbus gibi sarsan sorulara alınamayan cevaplar ve belirsizlik, kaotik olasılıkların habercisi gibidir. Kötü şeyler olacak ama ne olacağı bilinmezi karşısında adeta eli kolu bağlı olabilecek bilinmeyenleri çaresiz bekleyişidir. Felaket kaynaklı meydana gelebilecek kaos, kargaşa veya bir çok bilinmezlik, bedeli ağır sonuçlar doğuracağı ihtimali dahi, başlı başına ürkütücü ve travmatiktir. Elbette her iki durumda da, görüldüğü üzere tercihlerin geleceğe dair hayal umut ve beklentiler sonuçlar üzerinde olumlu/olumsuz ne kadar etkili olduğudur. Toplumsal irade; liyakat ve adalet temelinde tecelli etmemiş ise, beklenti hüsrandır. Yönetme durumunda olan organizasyonlar (erk) bütün kurumsal organları ile toplumsal beklentileri karşıla(ya)mıyor ise, işte toplumsal “kıyamet” odur. Bu ve benzeri durumlarda kaçınılmaz olan “dağılma, bölünme, kamplaşma” ihtimali bile kesimlerde bireysel ihtiyaçları karşılamak için, yalnızlık, panik, güvensizlik duygusu ile çare üretmeye/bulmaya çalışsa da yetersizdir. Elbette sorunları çözme noktasında bireysel çözümler genel ihtiyaçları karşılamayacağı gerçeği; telaş içindeki hesap verecek muhataplarda daima bilinmeyen bulunmayan ve ulaşılmayan bir fail bulma gayreti ile kendini ibra “çabası” içine girmeleridir. Bu gerçek-siz gerekçeler kimi kesimlerce karşılığı olmasa da, çoğunluk inan-mış gibi yaparak gösterilen (x) failler “takdir” olarak kabul edilir veya mış gibi davranır. Dolaysıyla Halk(lar) toplumsal hadiselerde, birey veya çoğul endeksli hazırlıkların olup/olmadığının önemli olsa da, asıl organize hazırlıkların sonuçlar üzerindeki etkileri ile doğru orantılı olduğu gerçeğini görme bilincini mutlaka kavramalıdır. Bir-lik değil, birlik olmalı, yani soyut bir kavram olan Devlet organının tıpkı organizma gibi, nasıl ki midenin görevini kalp üstlenemez tersi de, mümkün değil, ama her biri aynı zamanda ayrı ayrı görevlerini yaptığı sürece birbirlerini beslerler. Bütün organlar için bu denklem geçerli ise, bağımsız yaşadıkça organ, diğer oranlarında sağlıklı çalışmasına olanak sağlar. Aksi takdirde, organlar arası uyumsuzluk bütün organların intiharıdır. Organların iflası çoklu organ yetmezliği ile organizmanın “mevta” olmasıdır. Aynı durum Devletler için de gerekli değil, bir zorunluluktur. Aksi halde, bir organı hariç, bütün organları iflas etmiş biri için Allah’tan ümit kesilmez temennisi arzusu gibidir.” Onun için temenni edilir ki, var olanın devam etmesine rıza göstermek, olması gerekenin olmaması onayıdır. Düşün düşündüğünü akl et ki, Hikmet’i Hakikate “erişesin”…!!!”