Başlıkta olduğu gibi bizim koyunlar yazmam, filozof Epictetus’un dediği gibi, (Bilindiği üzere koyunlar ne kadar ot yediklerini çobanlara göstermezler, fakat yediklerini hazm edip, onları süt ve yüne dönüştürürler. Sende cahillere vecizeler döktürmekten sakın. Hazmettiklerini davranışlarınla göster.) Demiş! Sözünden hareketledir.  Konu ile uzun uzun şeyler yazmak mümkün olsa da, yazmayacağım. Ama biliyoruz ki; anlamasalar da, genellikle çobanlar kaval çalarak koyunlar ile kontak kurarlar. Koyunların ne anlam çıkardığını bilmiyoruz ama can kulağı ile dinlediğini de, biliyoruz. Koyunlar bir ömür koyun olarak “kurgulanmış” güdüleri ile yaşamalarından daha doğal ne olabilir. Ve kaval sesinden mutlu oluyorlarsa varsın olsunlar. Lakin yaradılışın ana unsuru insanın; en mükemmel donatılar ile süslenmiş olması ve hür iradesi ile akl edebildiği kadar her şeye ulaşabilme imkânını nasıl ve ne için kullandığı/kullanmadığı ile alakalı irdeleme gerekliliği/gereksizliği sorunudur. Ancak; birazda insanın düşünme ve düşündüğünü ifade eden özelliği ile kısa yaşamsal süreci içinde “gücünü”  hangi tercihlerden yana kullandığı/kullanmadığı sorusudur. 8-10 bin yıllık modern insan tarihine bakıldığında geçmişinin, günümüzde yaşananlardan pek farklı olmadığını görmek mümkündür. Elbette bilim sanat veya ileri teknolojiyi kastetmiyorum. Yani demem o ki; insan yarına dair yaşamsal kaygılarından sıyrılmadığı sürece, yaşaması gerekenin çok uzağında olduğudur. Ve çok sevdiği “koyun” olma “sıfatı” daima onu bir “sürüye” dahil edecektir. Hülasa; dün de, köle bey, sürü kaval ilişkisi bu gün de…!!! Tek fark hiç olmayan farktır.