Zoru zorlamak!
“Söze nerden başlasam diye çok düşündüm. Çünkü tıpkı 50 kilo ile ağır sıklet boks yapmış, her tarafı perişan canını zor kurtarmış darmadağın gibiyim. Konuşamıyor, uyuyamıyor, gülemiyor, canım acıyor anlatamıyorum. Herkes başıma toplanmış ne olduğunu soruyor. Anlatmak istiyorum ama takatim yok, mecalim kalmamış bir türlü hafızamı toparlayamıyorum, her gözümü açtığımda başımda duranları hala beni “döven” boksör gibi görüyorum. Deyim yerindeyse halüsinasyon görüyorum ama bir yandan da, toparla kendini güçlü olmalısın yenilsen de, havlu atmadın ya, yeni maçlara daha güçlü hazırlanmalısın, bir yenilgi ile mesleki kariyerini, geleceğe dair hayal ve umutların tükenmemeli diye teselli ediyorum kendimi. Önünde duran koca geleceği düşünmeli ve bir şeyler yapmalısın. Dahası yarınlarda çocuklarına utanacak değil övünecekleri bir hikâye bırakmalısın. Diyormuşum kendime! Aslında böyle bir şey yoktu yani boks yapmamıştım, damdan da, düşmemiştim tır da çarpmamıştı, balkondan saksı da, düşmedi kafama ama bunlardan biri veya hepsi olmuş gibi bir travma hali vardı. Bende! Bir türlü sağlıklı düşünemiyor çıkış yolu bulamıyordum, temellendirdiğim her şey bir sonraki düşünme ile darmadağın oluyordu, ortalık toz duman, ateşim yok ama zangır zangır titriyor üşüyordum. Sanki kar tipi, ayaz zemheri zor geçen bir kış gibi, adeta! Hava çok soğuk gibi, lakin pencereden bakınca aslında bunların hiç biri yoktu, doğa adeta yeniden dirilişe hazırlanan bir bahar günü gibi insanı iliklerine kadar ısıtan güneşli bir hava vardı. Peki, ne oluyordu gerçekten, bir şeyler oluyor ama ne! Ve ben neden çözemiyorum nasıl görebilirim olan biteni veya olan biten bir şey yok da, ben mi paranoyak olmuş kötü kötü sonuçlar çıkarıyorum. Hayır, aslında evet bir şeyler var ama hal-u ahvali çözemiyorum. Elbette olan biteni anlamadan da, çözülemeyeceğini biliyorum. Ama şunu da biliyorum ki, bütün bu travmaları yaşatan kaotik bilinmezlikten kurtuluş yollarından biri de, ister doğal ister yapay olsun insanlara hayatı dar eden bu illetin varlığını kabullenmektir. Kabul çaresizlikten olsa da, uzun vadede dayatılan bu yaşam biçimi ile hayatı sürdürmek bir şekilde mümkün olsa da, köstebek misali ölmeden toprak altında tünelde bir yaşam dayatması gibidir. Ki; buna kim ne kadar ve ne zamana kadar direnebileceği endişesidir. Dilerim bu çaresizlik; bir sabah kan ter içinde boğazına sarılarak nefessiz bırakmaya çalışan karabasan görmüşün bir rüyası olsun. Fakat gerçeği kabullenirken, dayatılan var olana karşı mutlaka olması gerekene ulaşmak için, yeniden yenileri bulmalı, eğilir isek dahi, mutlaka düşeni kaldırmak için olmalıdır.” (Pirxan)