“Günlük yaşamımızda eşimiz/dostumuz/arkadaşımız/çocuğumuz/tanıdığımız birileriyle veya tanık olduğumuz hiç tanımadığımız birinden sık sık olmasa da, duyarız!
Seni hiç anlamıyorum, nasıl yaparsın/söylersin bunu yakıştıramadım sana, seni hiç tanımamışım denir ya, sitem ederek! Oysa Kişi beni; hiçbir zaman anlamak için dinlemedi ki, ne vakit konuşmaya başlasam hemen, ama deyip hiç anlamadan konu ile alakasız bir kanaldan “döktürmeye” başlar.
Hâlbuki ben değil, sen beni anlamayandın ve tıpkı aç olan birine yemek ihtiyacını anlamadan çay, kahve meyve ikram etmek gibidir. Oysa ben seninle derin bir muhabbet ziyafeti hayal etmiştim hep, ama olmadı! Belki bir başka zamana, hani demiş ya bilgenin biri, hayatta bir sen anladın beni sanmıştım, sende yanlış anladın. Çünkü biliyoruz ki; anlatılan ne olursa olsun dinleyenin anladığı kadar olduğu veya anlamak istediği kadardır. Anlatılan “o” anlaşılan olmasa dahi! Günlük beşeri ilişkilerde telafisi zor olabilecek bu ve benzer tabloları yaşamamak için lütfen anlamak için dinlemeyi, dinledikten sonra anlaşılan veya anlaşılmayanlar için konuşmayı becermeliyiz diyenlerdenim.”